AVRASYA TARİH VE MEDENİYETLER DERNEĞİ

A T A M D E R

KÜTÜK NO: 06-139-185

TÜRK DEVLETLERİNDE ETNOPEDOGOJİK EĞİTİM SİSTEMİ ” TÜRKDES “

TÜRKDES 1. KONFERANS CANLI YAYINI

ATAMDER ‘den Kırgızistan Bağımsızlık Günü için Özel Kutlama Videosu…

ATAMDER 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLAMASI

“BİR OLACAĞIZ, İRİ OLACAĞIZ, DİRİ OLACAĞIZ

EĞİTİMDE TURAN FİKRİ



“Eğitimdir ki bir milleti; ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder.”

Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Giriş

İnsanoğlunun dünyaya gözlerini açtığı andan, dünyaya gözlerini kapadığı ana kadar olan tüm yaşam serüveni öğrenme ve kültürlenme ile geçer. Kişi ve kurumlar insanı ve insan topluluklarını şekillendirmek için hep eğitimi kullanmışlardır, kullanmaktadır ve kullanacaktır! Informal olarak çekirdek ailede başlayıp, M.Ö. 3000 yılına kadar uzanan “Okullu Eğitim” ve M.Ö. 5. yy a kadar tarihlenebilen “Formal Eğitim” olarak şekil bulmuş olan eğitim süreci, pedagoji (eğitbilim) ilkeleri ve kabulleri üzerine inşa edilmektedir. Şüphesiz her milletin kendine ait bir pedagojik geleneği ve mirası vardır. Bu miras milletlerin, çekirdek aile hayatlarından, tarihinden, mitolojisinden, dini inançlarından, yaşam coğrafyasından, yaşam biçimlerinden gücünü alır. Bu temellerle örülmüş pedagojik sistemlere “Etnopedagoji” adı verilir. Etnopedagoji, ait olduğu milletin özelliklerini taşır. Informal eğitim kapsamında kendini daha belirgin olarak gösteren etnopedagoji, formal eğitim sistemlerine de doğal olarak yansır. Eğitimin üç sac ayağını oluşturan 3M yani, “Müfredat, Materyal, Metod” doğal olarak etnopedagojinin etkilerini taşır.

Devletleri milletler oluşturur. Devlet mekanizması, kendi yönetimi altındaki milletlerin gelecek projeksiyonunu ekonomik, siyasi, askeri, sosyal, kültürel olarak oluşturmak ve bu yönde politikalar  eliştirerek, güçlenme ve ilerleme sağlamakla mükelleftir. Bu projeksiyona, temelde, devletlerin eğitim politikaları hizmet eder. Doğal olarak eğitim, devletlerin çıkarları adına da kullanılan çok önemli bir enstrümandır. Devletler kendi iç ve dış stratejilerini oluştururken, eğitim tasarımları ve hedeflerini belirlerler. Devletler aynı zamanda kendi sınırları dışında yaşayan vatandaşların ve soydaşlarının da o ülkelerdeki yaşam standartlarını, ikili anlaşmalar ve uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını da gözetirler. Bundan dolayı kendi sınırları dışında da ilgili devletin kanunlarından bağımsız veya yarı bağımsız statüde olan okullar açarlar. Bazen de ilgili ülkenin tüm kanun ve yönetmeliklerine tam bağlı olan eğitim kurumları açarlar / açılmış olan kurumları desteklerler. Genellikle ve çoğunlukla vakıf veya özel teşebbüs olarak kendini gösteren bu okulların yanı sıra ülke temsilciliklerinin himayesinde veya eğitim bakanlıkları himayesinde de teşekkül eden resmi okullar da faaliyet gösterebiliyorlar. Örneğin, ülkemizde Fransa Büyükelçiliği himayesinde tam bağımsız Fransız okulları faaliyet göstermektedir. Aynı zamanda yarı bağımsız olan Fransız okulları da mevcuttur. Fransız eğitim ekolünü benimsemiş özel okullar ve vakıf okulları da mevcuttur. Devletimiz de yurt dışında büyükelçiliklerimiz himayelerinde bağımsız okullar ve Milli Eğitim Bakanlığımız himayesinde ilgili ülkenin de kanunlarına bağlı olarak hizmet veren yarı bağımsız okullar faaliyete geçirmiştir. Ayrıca özel teşebbüs ve vakıflar himayesinde faaliyet gösteren okullar da vardır.

Ülkemizde Faaliyet Gösteren Yabancı Özel Okullar (Lozan Okulları)

“ “Yabancı okullar” ülkemiz vatandaşı ya da kuruluşu olmayan yabancılara ait okulları anlatır. “Azınlık okulları” ise adından da anlaşılacağı gibi, ülkemizde mevcut ve Lozan Antlaşması ile “azınlık statüsünde” garanti altına alınmış bulunan, mensupları birer Türk vatandaşı olan Rum, Ermeni ve Yahudi Cemaatlerine, yani ülkemizde resmen tanınmış tek azınlık grubu olan gayrimüslimlere ait bulunmaktadırlar… Yabancı Okullar hukuki statüsünü Lozan Mektuplarından alırlar.

Lozan Antlaşmasında “yabancı” eğitim kurumlarından hiç bahsedilmemesine rağmen, Lozan Mektupları denen mektuplarla 30 Ekim 1918’den önce Osmanlı ülkesinde mevcut yabancı okulların imtiyaz ve garantilerinin devam edeceği bildirilmiş ve Türk Devleti bu mektuplara, Lozan Antlaşmasının bir maddesiymiş gibi bağlı kalmıştır. Yabancı Okullar 1992 yılından itibaren Anadolu Liseleri statüsüne getirilerek “Yabancı Özel Okullar” adıyla faaliyet göstermektedir.”

(Tayfun NASUHBEYOĞLU, Ocak 2007, İstanbul)

Bu okullar sadece yabancılara değil, Türk vatandaşlarına da hizmet vermektedir. Ayrıca bu okullar istisnasız olarak kendi kültürlerini okul yaşamı içinde yaşatmaktadır. Bu okullarda okuyan ve mezun olan bireylerin çoğunda okuduğu okul hangi kültüre aitse o kültürün tesiri görülmektedir. Ülkemizin yakın tarihinde ve bugününde de önemli görevler yürütmüş iş insanlarının birçoğu ve birçok politikacının bu okullardan mezun olduğu da bilinmektedir. Ülkemizde Faaliyet Gösteren, Akredite Edilmiş Yabancı Müfredat Yürüten Okullar (IB, AP vb) Ülkelerin eğitim bakanlıkları tarafından akredite edilmiş olan bazı müfredat programları vardır. Bunlardan en bilinenleri IB ve AP müfredat programlarıdır. IB, 1968 yılında aileleri sık olarak yer ve ülke değiştiren lise öğrencilerinin ortak bir müfredatla öğrenimlerine devam etmeleri amacıyla bir grup girişimci eğitimci tarafından Cenevre Uluslararası Okulu’nda başlamıştır. Dünyada 150’den fazla ülkede, 5.000’den fazla IB Okulu vardır. Ülkemizde 1994 yılından beri yer alan IB programını yürüten okul sayısı şu anda 97’dir. AP müfredat programı ise College Board adlı “Amerikan Yüksek Öğretim Kuruluşu” tarafından dünya çapında 6.000’den fazla okulda uygulanmaktadır. Ülkemizde bu programı yürüten okul sayısı 54’tür. Bu programlar ve türevleri ortak müfredat çerçevesinde uluslararası zeminde birçok okul ve üniversite tarafından denklik, üniversite kabullerinde öncelik, burs ve ders muafiyeti gibi avantajlar sağlayan programlardır. AP bir okul iklimi oluşturmamakla beraber müfredat içeriği bakımından Amerikan düşünme tarzı ve yaklaşımını benimser. IB programı ise bir okul iklimi oluşturur ve Avrupa düşünme tarzı ve yaklaşımını benimser.

Pedagojik Miras

Dünyada genel olarak geçerli olan ve devletlerin eğitim politikalarının temelini hatta ruhunu oluşturan pedagojik yönelimler vardır. En genel haliyle üç başlık altında toplayabiliriz. Türkiye Cumhuriyeti 1940’lı yıllara kadar Avrupa Pedagojik Mirasını benimsemiş ancak bu yıllardan sonra Amerika Pedagojik Mirasını benimsemiştir.

Asya Pedagojik Mirası, Avrupa Pedagojik Mirası, Amerika Pedagojik Mirası

Asya Pedagojik Mirasının Genel Özellikleri;

– Gelenekçidir, esnek değildir.

– Etnopedagojik yaklaşımlar yoğundur,

– Anadil becerileri ve yerel kültürel eğitim baskındır, yabancı dilde eğitim yaygın değildir,

– Sayısal becerileri arttırma ve teknoloji geliştirme odaklıdır,

– Sınıf geçme sistemi ağırlıklıdır,

– Bir üst okul basamağı için zorluk düzeyi yüksek merkezi sınavlar uygulanır,

Avrupa Pedagojik Mirasının Genel Özellikleri;

– Gelenekçidir ancak esnektir.

– Etnopedagojik yaklaşım yoğundur,

– Anadil becerileri ve yerel kültürel eğitim baskındır, yabancı dilde eğitim yaygın değildir,

– Sözel ve sanatsal becerileri arttırma ve mesleki eğitimi geliştirme odaklıdır,

– Ders geçme sistemi ağırlıklıdır,

– Bir üst okul basamağı için çoğunlukla yerel ve okula özel sınavlar uygulanır.

Amerika Pedagojik Mirasının Genel Özellikleri;

– Gelenekçi değil, pragmatiktir.

– Etnopedagojik yaklaşım yoktur,

– Anadil becerileri kadar yabancı dil becerileri de önemlidir.

– Sayısal becerileri arttırma ve iş hayatı becerilerini geliştirme odaklıdır,

– Ders geçme sistemi ağırlıklıdır,

– Bir üst okul basamağı için çoğunlukla merkezi sınavlar başta olmak üzere yerel ve okula özel sınavlar da uygulanır.

Türk Dili Konuşan Ülkeler ve Etki Alanındaki Coğrafyanın Durumu

“Düşün bir kere, Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Dünyayı ürküten Almanya’dan bugün ne kaldı: Demek hiçbir şey sürekli değildir. Bugün ölümsüz gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içinde olmalıdırlar. Bugün Sovyet Rusya, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir, hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprülerini sağlam tutarak! Dil, bir köprüdür; İnanç, bir köprüdür; Tarih, bir köprüdür.

Bugün biz bu kitlelerden dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Tarih bağı kurmamız lazım, folklor bağı kurmamız lâzım… Bunları kim yapacak? Elbette biz! Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz, dil encümenleri, tarih encümenleri kuruluyor… Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya ve böylece birbirimizi daha kolay anlar hale gelmeye çalışıyoruz…

Tarihimizi ona yaklaştırmaya çalışıyoruz, ortak bir mazi yaratmak peşindeyiz. Bunlar açıktan yapılmaz, adı konarak yapılmaz, bunlar devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.

Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK (1933)

Orta Asya’ya Bakış

18.yüzyılın ortasından itibaren etkisini arttıran Rus imparatorluğu, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Azerbaycan, Türkmenistan coğrafyasında etkisini ve hakimiyetini güçlendirmeye başlamıştır. İmparatorluk döneminden itibaren kiril alfabesi ve Rus etnopedagojisi temelli eğitim stratejisini, Sovyet Rusya döneminin sonuna kadar devam ettirdi. 1991’den itibaren bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri tedricen kiril alfabesinden latin alfabesine geçmeye başlamıştır. Azerbaycan tam olarak latin alfabesine geçmiştir. Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan latin alfabesine geçiş kararı almıştır. Kırgızistan ise latin alfabesine geçiş kararını günümüzde tartışmaktadır. 1992 yılından beri toplanan, “Türkçe Konuşan Devletler Devlet Başkanları Zirveleri” sonucunda ortaya çıkan ortak siyasi irade üzerine, 3 Ekim 2009 tarihli Nahcivan Anlaşması ve 16 Eylül 2010 tarihli İstanbul Bildirisiyle vücut bulan TÜRK DİLİ KONUŞAN ÜLKELER KONSEYİ (TÜRK KENEŞİ) ile ülkeler arasındaki siyasi, ekonomik, kültürel, askeri, iş birliği gelişmekte ve güçlenmektedir. Türk Keneşi’nin faaliyet alanları dahilinde eğitim politikaları üretilmiş, öğrenci değişim programları, ortak ders kitapları, öğrenci buluşmaları, Türk Üniversiteler birliği gibi çok önemli kuruluşlar teşekkül etmiş, çok önemli program ve organizasyonlara imza atılmıştır. Ortak Alfabe başta olmak üzere daha birçok önemli proje Türk Keneşi’nin gündemindedir.

Avrupaya Bakış

MS. 4. Yüzyıldan itibaren Hun hakimiyetine girmeye başlayan Avrupa kıtasında özellikle Hazar Denizi kıyılarından başlayarak Karpat Dağları’ndan Tuna Nehri’ne kadar olan topraklarda Avrupa Hun Devleti hüküm sürmüştür. MS. 5. Yüzyıldan itibaren ise Balkanlar ve Orta Avrupa bölgesinde İtalya’nın kuzey kesimleri dahil olmak üzere geniş bir coğrafyada yer alan Hun Devleti yüz seneden fazla bir süre bu topraklarda var olmuştur. Başkent olarak bugünkü Macaristan topraklarında yer alan Budapeşte’nin Budin bölgesi yakınlarındaki Sycambria kentini kullanmışlardır. Hunların haricinde, Avarlar, Uzlar, Peçenekler, Macarlar, Bolgarlar(Bulgarlar), Kıpçaklar, Sibirler, Hazarlar Avrupa kıtasında yerleşik olarak yer alan Türk topluluklarıdır. Malazgirt savaşı sonrasında Anadolu’nun da Türk hakimiyetine girmesiyle Orta Asya’dan Avrupa içlerine kadar olan topraklarda kültürel yakınlaşma artmıştır. Selçuklu Devleti, Altın Ordu Devleti ve Osmanlı Devleti döneminde ise Avrupa topraklarındaki Türk hakimiyeti pekişmiştir. Sadece Osmanlı döneminde neredeyse 600 senelik bir hakimiyet söz konusudur. Dolayısıyla Kavimler Göçü ile Avrupa topraklarında başlayan Türk yaşayışı bugüne kadar aralıksız olarak devam etmiştir. Özellikle Osmanlı devleti döneminden itibaren Avrupa topraklarında ve denizlerinde “Türk Kültür ve Medeniyeti” kalıcı izler bırakmıştır. Bugün dahi bu izleri yakından görebiliyoruz. Dolayısıyla MS. 4. Yüzyıldan itibaren yaklaşık 1400 yıl boyunca kesintisiz olarak Türk varlığı ve Türk Kültürü bu coğrafyada yaşamaktadır.

Ortadoğuya ve Afrikaya Bakış

MS. 751 yılından itibaren Türklerin Ortadoğu’daki varlığı başlamıştır. Abbasi Devleti döneminde devletin en kilit noktalarında görevlendirilen Türkler için Bağdat’ın kuzeyinde SAMARRA isimli bir şehir oluşturulmuştur. Ortadoğu coğrafyasında kurulan ilk Türk devleti Tolunoğulları Devleti’dir (876 yılı). Tolunoğulları Devletinden sonra İhşid Devleti (935), Selçuklu Devleti (1158 yılından itibaren Ortadoğu hakimiyeti oluşturmuştur), Eyyubi Devleti (1174), Memlük Devleti (1250), Osmanlı Devleti (1517 yılından itibaren Ortadoğu hakimiyeti kurmuştur) Osmanlı Devleti yaklaşık 400 sene bu coğrafyada hüküm sürmüştür. Dolayısıyla 751 yılından itibaren yaklaşık 1170 yıl boyunca Türk varlığı ve Türk Kültürü bu coğrafyada yaşamaktadır. Cezayir, Tunus, Libya coğrafyasında ve daha güney topraklarda ise Osmanlı Devleti döneminde yaklaşık 300 senelik bir Türk hakimiyeti söz konusu olmuştur.

Ortak Değerler

Türklerin anayurdu olan Orta Asya’dan, Doğu ve Kuzey Avrupa ile Balkanlar ve Orta Avrupa’ya kadar, Anadolu, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya kadar uzanan bu devasa coğrafyada Türk Kültür ve Medeniyetinin çok eski zamanlardan bugüne kadar olan varlığını yok saymak veya ikincil planda bırakmak tarihsel olarak mümkün olmadığı gibi hayatın doğal akışına da uymamaktadır. Güncel hayatta bu devasa coğrafyada kullanılan ortak kelimeler, yemek kültürü, ortak gelenek görenekler, ortak değerler örgüsü yadsınamaz ve göz ardı edilemez seviyededir. Öyle ki Türklük bu coğrafyada kadim bir üst kimlik haline gelmiştir. Baklava sözcüğü bugün Cezayir’den, Tunus’a, Mısır’dan, Irak’a, Ukrayna’dan, Sırbistan’a, Azerbaycan’dan, Kazakistan’a kadar aynı tatlı çeşidinin adıdır. Kazan sözcüğü Trablus’dan, Halep’e, Prizren’den, Nahçıvan’a ve Semerkand’a kadar bir mutfak gerecinin adıdır. Kına sözcüğü, Zagreb’den, Mostar’a, Mamuşa’dan, Bükreş’e, Aşkabat’tan, Borçalı’ya, Sivas’tan, Sivastopol’a, Kerkük’ten, Kahire’ye kadar, geline, askere ve kurbana yakılan tozun adıdır. Halay sözcüğü Budapeşte’den, Tiran’a, Saraybosna’dan, Selanik’e, Rodos’tan, Girne’ye, Şam’dan, Telafer’e Monastır’dan, Manastır’a, Muğla’dan, İzmail’e kadar birliğin beraberliğin simgesi olan halk dansının adıdır.

Sonuç

Daha birçok ortak değerimizin var olduğu bu devasa coğrafyada “olayların” ayırdığı insanlarımızı yeniden ortak bir paydada birleştirmenin güçlü ve kalıcı bir yolu olmalıdır ve bu yol vardır. Bu yol eğitimdir… Ortak bir eğitim programıdır…

Bu devasa coğrafyada günümüzde var olan ülkelerimiz arasında her alanda gerçekleşen uluslararası hareketlilik içerisinde öğrenci ve öğretim üyeleri de önemli bir yer tutmaktadır. Ülkelerimiz arasındaki vize muafiyetleri ve kolaylıkları vatandaşlarımızın okuma ve çalışma imkânlarını genişletmektedir. Bu durum, alınan diplomaların ülkelerimiz arasında geçerliliğini ve eşdeğerliliğinin değerlendirilmesini gündeme getirmektedir. Ülkelerimizde akademik ve mesleki yeterlilikleri belirleme konusunda farklılaşan uygulamalara rastlamak mümkündür. İşgücü hareketliliğinin artmasıyla birlikte bazı ortak standartların geliştirilmesi konusu önem kazanmaktadır. Bu nedenle bazı ulusal ve uluslararası akreditasyon kuruluşlarının faaliyetleri, diploma ekleri, kredilendirme sistemleri gibi çalışmalarla, ülkeler arasında ilgili yükseköğretim programları yönünden temel kazanımların ve yeterliklerin belirlenmesi, standart uygulamaların sağlanmaya çalışılması, kaçınılmaz olmaktadır.

Diplomaların farklı ülkelerde geçerliliğinin değerlendirilmesinde en önemli hususlar, “tanıma” ve “denklik” kavramlarıdır. “Tanıma”, yurt dışı bir yükseköğretim kurumunun akademik derece vermeye yetkili bir kurum ve ilgili yükseköğretim programının da akademik derece vermeye yetkili bir program olarak kabul edilmesi; yani söz konusu kurumun ve programın resmi olarak tanınmasıdır. “Denklik” kavramı ise yurt dışından alınan diplomalarının ülkelerimizdeki hangi akademik alan ve dereceye eş değer olduğunun belirlenmesi işlemidir. Denklik değerlendirilmesi yapılırken kişinin sadece program ve ders adlarını inceleyerek denklik vermenin doğru olmadığı gibi programın etik kazanımlarıyla birlikte ayrıntılı farklılıkların ve programının tür ve içeriğini de derinlemesine incelemek gerekir. İşte TÜBAP(Türk Bakalorya Programı) bu ihtiyaçla hazırlanmıştır.

Türk Bakalorya (Diploma) Programı (TÜBAP)

TÜBAP eğitimi ahlaki, entelektüel ve teknik olarak konumlandırarak, Türk Konseyi ülkeleri içinde öğrencilerimizin temel kazanım ve yeterliliklerinin ortak standartlarda verilmesi için hazırlanmış beceri ve yetkinlik temelli bir eğitim programıdır. Anaokul – İlkokul – Ortaokul – Lise – Mesleki Eğitim modüllerinden oluşur.

Eğitim Metodu Ve Pedogojik Yaklaşım

Programın eğitim metodunda benimsediği öğretim yaklaşımı uygulama ve beceri odaklı ders tasarımları geliştirerek, öğrencilerin 21. Yüzyılın yetkinliklerine sahip, girişimci, meraklı, öğrenmenin aşamalarını bilen, önce içinde bulunduğu kültürü özümsemiş ve sahiplenmiş, açık fikirli bakış açısıyla da dünyaya katkı sağlamak üzere vizyon sahibi olan bireyler olmalarıdır. Bu bağlamda TÜBAP eğitim metodu, kişiselleştirilmiş gelişimi ve kolektif öğrenmeyi destekleyen bir programdır. Küçük yaş itibariyle kazandırılacak olan yetkinlikler; bilgi edinme, bilgi işleme, üretme ile becerileri görünür hale getirmek üzere tasarlanmıştır.

TÜBAP; dünyada kabul görmüş öğretim metotlarından da esinlenerek oluşmuş ve temeli Türk etnopedogojisine dayanan özgün bir eğitim metodu sunar.  TÜBAP; Türk Konseyinin kuruluş amaçlarına uygun olarak, bilim, teknoloji, eğitim ve kültür alanlarında etkileşimin genişletilmesi ilkesine hizmet eder. Konsey bünyesindeki iş birliği alanlarını, ortak bir eğitim müfredatı çerçevesinde topluma yansıtan ve topyekûn kalkınma için gerekli olan eğitim alt yapısının güçlenmesine olanak sağlar.

 TÜBAP 18 Ekim 2021 tarihinde Türk Keneşi Genel Sekreterliğine resmi olarak sunulmuştur.

Hayırlara vesilesi olmasını ve Türk Dünyası’na fayda sağlamasını dilerim.

SEZGİN SUNAY (2021, İstanbul)

Kaynakça :

https://www.uztarih.com/2018/06/ilkcagdan-gunumuze-okullar-ve-orgun.html

– Tayfun NASUHBEYOĞLU, Ocak 2007, İstanbul

– Dr. Betül ASLAN, SOVYET RUSYA HAKİMİYETİNDE YAŞAYAN TÜRKLERİN ORTAK “BİRLEŞTİRİLMİŞ TÜRK ALFABESİ”NDEN “RUS KİRİL” ALFABESİNE GEÇİRİLMESİ, 2009, Erzurum

– Prof. Dr. Muallâ UYDU YÜCEL, DOĞU AVRUPA TÜRK TARİHİ, İstanbul Üniversitesi, Ders Notu

– Abu-Haidar, Farida (1996), “Turkish as a Marker of Ethnic Identity and Religious Affiliation”, Language and Identity in the Middle East and North Africa, Routledge, ISBN 1136787771.

– Benkato, Adam (2014), “The Arabic Dialect of Benghazi, Libya: Historical and Comparative Notes”, Zeitschrift für Arabische Linguistik, Harrassowitz Verlag, cilt 59, ss. 57-102

https://www.turkkon.org/

– Erhan AKDEMIR, AVRUPA AYNASINDA TÜRK KIMLIĞI, 2007, Ankara

https://tr.wikipedia.org/wiki/Hun_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu

– Ayşe D. KUŞÇU, KİMLİĞİ YENİDEN TANIMLAMANIN BİR KAYNAĞI OLARAK IRAK SAVAŞI, 2006, Ankara

https://www.ibo.org/

https://www.collegeboard.org/

Teşekkür

Ömer KOCAMAN (Türk Keneşi, Genel Sekreter Yardımcısı)

Derya Özkan YAVUZ (Eğitim Yöneticisi)

Hilal Ateş ÖZTAN (Eğitim Yöneticisi)

SEZGİN SUNAY
İSTANBUL, Kasım 2021