Bulgaristan’daki en eski insan izleri, en derin antik çağlara kadar izlenebilmektedir. Arkeolojik veriler, Paleolitik dönemin en erken evresinin “Kozarnika Mağarası”nda (Belogradçik yakınında) geliştiğini göstermektedir. Bulunan çakmaktaşından ve kemikten ilkel aletler 45000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Dryanovo Manastırı’nın yakınında bulunan ve MÖ 43000-36000 yılları arasında yerleşim yeri olan “Baço Kiro Mağarası”nda Paleolitik döneme kadar uzanan insan varlığının erken izleri de bulunmuştur.
Bulgaristan topraklarındaki tarih öncesi yerleşimlerin kanıtları arasında, yaklaşık 5000 yıl önce ortaya çıkan ve Orta Çağ’a kadar periyodik olarak iskan edilen, Avrupa’nın en eski şehri olarak kabul edilen Pazarcık yerleşim höyüğü “Yunatsite”, arkeologlara göre yazının ilk aşamalarına tanıklık eden eski bir yazı ile oyulmuş yuvarlak bir mührün bulunduğu ünlü Karanovo yerleşim höyüğü (Yeni Zağra yakınında); Geç Neolitik dönemde tuz madenciliğinin büyük bir refah ve ticari alışverişin başlangıcı ile ilişkilendirildiği “Pravadı” (tuz tavası) höyüğü gibi birçok yerleşim ve mezar höyüğü bulunmaktadır. Durankulak göl adasındaki tarih öncesi yerleşim, taşıyıcıları kıta Avrupa’sındaki en eski taş mimariyi ve dünyanın en büyük tarih öncesi nekropolünü bırakan Neolitik-Kalkolitik kültürün izlerini ortaya koymaktadır. Bu yüksek kültürün gelişiminin son aşamasının izleri, arkeologların Kalkolitik bir nekropolde, MÖ 4400-4200 civarına tarihlenen, dünyanın en eski işlenmiş altınını keşfettiği Karadeniz şehri Varna yakınlarında korunmuştur.
Tunç Çağı boyunca, bugünkü Bulgar topraklarında, ilk kez Homeros tarafından İlyada’da efsanevi çar Resos’un önderliğinde cesur savaşçılar olarak tanımlanan Truva çarı Priamos ile ittifak kuran Traklar yaşamıştır. Traklar, Hint-Avrupa kabilelerinin etno-kültürel bir topluluğuydu ve yazıları olmamasına rağmen, Karpatlar’dan Ege Denizi’ne uzanan zengin kültürlerine dair çok sayıda kanıt var. “Tarihin Babası” olarak adlandırılan Herodot’a göre, Trak halkı Hint halkından sonra, dünyadaki halkların en büyüğüdür. MÖ 2. binyılın sonunda ve 1. binyılın başında, ilk Trak askeri-politik örgütleri ortaya çıkmıştır. Çarın baş rahip ve ilahi aracı olduğunu belirten “Trak Orfizm doktrinine” dayanıyorlardı. En çok Odrysan Çarlığı hakkında bilgi bulunmaktadır. Tarihi kaynaklardan bilinen ilk hükümdarı Çar I. Teres’tir (MÖ 6. yüzyılın sonu, yaklaşık MÖ 448). Odrysan Çarlığı hatırı sayılır zenginliği ve genişliği nedeniyle, bugünkü Bulgaristan topraklarındaki en ünlü Trak devlet birliğidir. Odrsyan hanedanı, kendisini Atina’nın bir diplomatı ve müttefiki olarak kanıtlayan Kotys I (MÖ 383-359) döneminde kayda değer bir gelişme yaşamıştır. Bir diğer önemli Odrsyan hükümdarı III. Seuthes’tir (MÖ IV. yüzyılın sonu). Kazanlık yakınlarındaki Tunca Nehri üzerinde, kalıntıları bugün Koprinka Barajı’nın dibinde bulunan kraliyet şehri Sevtopolis’in kurucusudur. 2004 yılında “Trak Kralları Vadisi”nde bulunan bronz büst, III. Seuthes’in simasını ölümsüzleştirmiştir.
MS 1. yüzyılın ilk yarısında, Tuna’nın güneyindeki Trak kavimlerinin toprakları Roma İmparatorluğu tarafından fethedilmiş ve imparatorluğun 395 yılında bölünmesinden sonra Bizans sınırları içerisine düşmüşlerdir. 4.-6. yüzyıllarda, Slav etnik alt grupların hakimiyetine yol açan derin bir etnik ve etno-kültürel değişim süreci yaşanmıştır. Trak nüfusunun Balkan Yarımadası’na (muhtemelen 5. yüzyılda) yerleşen Slavlar tarafından tamamen asimile edilmesine rağmen, Trak kültürel mirası korunmuştur. Özellikleri, birkaç yüzyıl sonra meydana gelen resmi Hıristiyanlaştırma sürecinden sonra bile korunmuştur.
- yüzyılın ikinci yarısında, Dulo ailesinden Han Asparuh liderliğindeki Proto-Bulgar Onoğurlar, Kuzey-Doğu Bulgaristan topraklarına yerleşmiştir. Slav kabileleriyle ittifak halinde Bizans’a karşı savaşmışlardır. 681 tarihli bir barış antlaşması, Han Kubrat’ın (605-665) Eski Büyük Bulgaristan geleneklerini miras alan Birinci Bulgar Devleti’nin ilk adımı olmuştur. Pliska şehri, Aşağı Tuna Hanlığı’nın başkenti ilan edilmiştir. Yeni devlet, Güneydoğu Slavları ve Proto-Bulgarları birleştirici bir merkez haline gelmiştir.
Asparuh’un halefi Han Tervel’in (700-721) yönetimi altında Bulgaristan bölgesel olarak Koca Balkan Dağları’nın güneyine doğru genişlemiş ve önemli bir siyasi güç haline gelmiştir. Bulgar hanı ile tahttan indirilen Bizans imparatoru II. Justinianos arasındaki ileri görüşlü ittifak, devletin otoritesinin artmasına yardımcı olmuştur. Bulgaristan ile Bizans arasında yapılan bir antlaşma (705) ile Basileus’un yeniden iktidara gelmesine yol açan Han Tervel’in desteği sonucunda, Zagore bölgesi (Koca Balkan Dağları’nın doğusu ile Istranca Dağları arasında) hanlığın bünyesine dahil edilmiştir. Bulgar hükümdar, zamanın en yüksek Bizans onurlarından biri olan “Sezar” unvanını da almıştır. İlk ve son kez yabancı bir hükümdara böyle bir unvan verilmiştir. Han Tervel’in saltanatının başka bir dönüm noktası anı, Hıristiyan âleminin bütünlüğünü koruyan Konstantinopolis’in Araplar tarafından kuşatılmasının (717-718) geri püskürtülmesi olmuştur.
Parlak bir devlet adamı, reformcu ve yasa koyucu olarak tarihe geçen Han Krum (803-814) yönetimindeki Bulgar Devleti’nin istikrara kavuşma süreci dikkat çekici olmuştur. Yeni bir yönetici hanedan kurmuş ve kuzeybatıda ilk askeri seferi üstlenmiştir. Sonuç olarak 803-805’te Banat ve Transilvanya bölgeleri Bulgaristan’a katılmıştır. 809 baharında Krum Han, Serdika’yı (bugünkü Sofya) ele geçirmiş ve 812’de hanlık sınırları içindeki Beroe (Stara Zagora) ve Filipopol (Plovdiv) şehirlerini de içine alarak Trakya’da ilerleyişini sürdürmüştür. Doğuda Bulgar birlikleri Konstantinopolis surlarına ulaşmıştır. “Korkunç” lakabıyla bilinen Han Krum’un birçok başarılı fethi nedeniyle, Avrupa’nın güneydoğusundaki durum önemli ölçüde değişmiş ve Bulgaristan, Frenk Şarlman İmparatorluğu’nun (kuzeybatıda) yakın çevresinde önemli bir dış politika faktörü haline gelmiştir.
864 yılında Knez I. Boris (852-889) döneminde Bulgaristan, Hristiyanlığı devlet dini olarak kabul etmiştir. Böylelikle Proto-Bulgarlar ve Slavlar arasında kalan farklılıklar ortadan kalkmış ve Avrupa Hıristiyan medeniyetinin ayrılmaz bir parçası haline gelen tek bir Bulgar milliyetinin inşası başlamıştır. Knez I. Boris, Konstantinopolis ile Roma arasında Bulgar Kilisesi’ni kurmayı başardığı aktif diplomatik faaliyetlerde bulunmuştur. 4 Mart 870 tarihinde Konstantinopolis’deki Sekizinci Ekümenik Kilise Konseyi’nin kararıyla Bulgar Başpiskoposluğu tanınmıştır. Kısa bir süre sonra, Konstantinopolis tarafından atanan ilk Bulgar başpiskoposu Joseph (Stefan) Bulgaristan’a gelmiş ve bu, Konstantinopolis Patrikhanesi modelinde Bulgar Kilisesi’nin oluşumunun başlangıcı olmuştur. Photian Konseyi’nin kararıyla (24 Aralık 879), Bulgar Kilisesi otosefali aldı.
- yüzyılın sonunda, Kiril (Filozof Konstantin) ve Methodiy kardeşler, Roma’daki sözde üç dillilik kanonunu devirerek Slav alfabesini bir ayin dili olarak yaratmış ve yaymıştır. 886 yılında öğrencileri Kliment, Naum ve Angelar, sıcak bir şekilde karşılandıkları Bulgaristan’a gelmiştir. Zengin bir eğitim ve edebi faaliyet geliştirmişlerdir. Buradan Bulgar edebi normu ve ibadeti, Sırbistan ve Rusya gibi diğer Slav ülkelerine yayılmıştır. Ohri ve Pliska ve daha sonra yeni başkent Veliki Preslav, Bulgar ve genel olarak Slav Hristiyan kültürünün merkezleri haline gelmiştir.
Çar Simeon (893-927) döneminde Bulgar devleti önemli siyasi ve kültürel gelişmeler yaşamıştır. Bu yükseliş dönemi “Bulgar Kültürünün Altın Çağı” olarak tarihe geçmiştir. Büyük Çar Simeon’un zaferlerle sonuçlanan savaşları, dikkate değer bir bölgesel genişleme sağlamıştır. Ülkenin sınırları Karadeniz’den Ege Denizi ve Adriyatik Denizi’ne kadar uzanmıştır. Bulgaristan’ın başkenti, Hıristiyan dininin putperestliğe karşı nihai zaferinin bir sembolü olarak Preslav’a taşınmıştır.
Çar Petır (927-969) döneminde Bulgaristan ile Bizans arasında 30 yıllık bir barış antlaşması imzalanmıştır. 8 Ekim 927 tarihinde Çar Petır ile İmparator Romanos Lekapenos’un torunu arasında bir evlilik gerçekleşmiştir. Bizans tarihinde ilk kez imparatorluk ailesinden bir prensesin yabancı bir hükümdarla evlenmesi, Bulgaristan’ın artan prestijinin bir kanıtı olmuştur. Aynı yıl, Konstantinopolis Patrikhanesi Meclisi, Basileus’un emriyle kilisenin Bulgar başkanı Başpiskopos Damian’ı Bulgar Kilisesi Patriği konumuna yükseltmiştir.
Petır’ın hükümdarlığı dönemi, Bogomilizmin doğuşuyla da ilişkilendirilmektedir. “Yeni bir sapkınlık” olarak kınanan bu düalist öğretinin kurucusu, Bulgar rahip Bogomil (Yeremya) olmuştur. Canlı temaslar yoluyla Bogomilizm, Balkanlar’a yayılmış ve oradan Batı Avrupa’ya (10.-13. yüzyıllar) aktarılmış ve esas olarak Fransa’nın Languedoc bölgesinde yoğunlaşan Albigenler ve Katharların inançlarını büyük ölçüde etkilemiştir.
Ortalarında Çar Samuel’in kararlılığının parladığı ve unutulmaz bir iz bıraktığı uzun savaşlardan sonra 1018 yılında Bizans, Bulgar Çarlığı’nı fethetmiştir. İmparator II. Vasili’nin kararnamesi ile Bulgar Patrikhanesi, Birinci Bulgar Çarlığı’nın son başkenti olan Ohri’de daimi bir koltuğu olan bir başpiskoposluk mertebesine indirilmiştir. 1185 yılında Tırnovo’da boyar kardeşler Asen ve Petır liderliğindeki ayaklanma Bizans’ın gücünü reddetmiştir. Loveç Barışı’nın (1187) sonucunda, Bulgar Devleti’nin yeniden kurulması tanınmıştır. İkinci Bulgar Çarlığı kurulmuş ve Tırnovo başkent olmuştur.
Asen kardeşlerin en küçüğü Kaloyan (1197-1207) döneminde Bulgaristan’ın eski gücü yeniden canlanmıştır 1202-1204 döneminde Roma’dan yetkisinin tanınmasını talep ederek, Papa III. Innocentius ile yoğun bir yazışma sürdürmüştür. Birkaç elçilik ve birçok mektup değiş tokuş edilmiş ve bunun sonucunda, Bulgar halkının Ortodoks dinini değiştirmeden Roma Kilisesi ile Bulgar Çarlığı arasında bir birlik sağlanmıştır. Geçici doğasına rağmen (aslında birlik 1232’ye kadar sürmüştür), kültürlerarası iletişimi önemli ölçüde yoğunlaştırmış ve Bulgar hükümdarının siyasi amaçlarının gerçekleştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Yetenekli general ve öngörülü diplomat niteliklerine sahip olması, Çar Kaloyan’ın Konstantinopolis’in düşüşünden (1204) sonra Haçlılar tarafından yaratılan Latin İmparatorluğu’na karşı çıkmasını sağlamıştır.
Çar II. İvan Asen’in (1218-1241) hükümdarlığı parlak bir devlet adamlığının örneği olmuştur. İkinci Bulgar Çarlığı en parlak dönemine ulaşmıştır. Güneydoğu Avrupa’da siyasi hegemonya kurmuş, sınırlarını bir kez daha Karadeniz, Ege Denizi ve Adriyatik kıyılarına kadar genişletmiştir. Ülke, ekonomik ve kültürel refah yaşamıştır. Çar II. İvan Asen, Bulgar dini sorununun nihai çözümü için harekete geçmiş ve 1235 yılında Lapseki’deki kilise konseyinin kararı ile Bulgar Patrikhanesi restore edilmiştir.
Hükümdarlığından sonra, Çar İvan Aleksandır (1331-1371) dönemindeki bazı boyarlar arasında, ülkenin Vidin ve Tırnovo olarak iki çarlığa bölünmesine ve Dobruca despotizmi gibi ayrı alanlara ayrılmasına yol açan anlaşmazlıklar hakim olmuştur. Avrupa’nın güneydoğusundaki kopukluk ve genel güvensizlik, Osmanlı güçlerinin baskısı altında Bulgar Çarlığı’nın düşmesinin temel nedenleri görülmüştür. Üç aylık bir kuşatma ve Bulgar patriği Evtimiy liderliğindeki özverili savunmanın ardından 17 Temmuz 1393 tarihinde başkent Tırnovo kapılarını fatihlere açmıştır.
1396 yılında Macaristan Kralı Sigismund, Osmanlı kuvvetlerine karşı bir haçlı seferine çıkmıştır. Vidin Çarlığı hükümdarı Çar İvan Sratsimir’in birlikleri; Polonyalılar, Burgonyalılar, Fransızlar, İtalyanlar, Almanlar ve İngilizlerin de dahil olduğu sayısız haçlı ordusunun saflarına katılmıştır. Nikopol (Niğbolu) muharebelerindeki son başarısızlık, İkinci Bulgar Devleti’nin varlığını sona erdirmiş ve yaklaşık beş asır boyunca Bulgaristan, Osmanlı idaresi altında kalmıştır. 1404’te son Bulgar hükümdarları İvan Sratsimir ve İvan Şişman’ın oğulları Konstantin ve Fruzhin tarafından bir ayaklanma düzenlenmiştir. Hristiyan topraklarının kurtuluşu için verilen mücadelenin bir diğer önemli bölümü, Polonya-Macaristan Kralı III. Vladislav Jagiello, Voyvoda Janoş Hunyadi ve Kardinal Julian Cesarini liderliğindeki haçlı ordusunun ilerlemesi olmuştur. “Milletler Savaşı” olarak bilinen unutulmaz Varna Savaşı’nda (10 Kasım 1444), Hıristiyan birlikleri, Konstantinopolis’in fethi (1453) ve Balkanlar’da Osmanlı hakimiyetinin nihai olarak kurulması için kilit bir an olduğu ortaya çıkan bir yenilgiye uğramıştır.
Bulgaristan’ın Osmanlı egemenliğine girmesinden önce, manevi merkezlerin kurulması süreci dikkat çekici olmuştur. Sofya çevresinde manastır komplekslerinden oluşan “Sofya Kutsal Dağı” inşa edilmiştir. Rila Manastırı, temel ibadet yeri haline gelmiştir. 18. yüzyılın sonlarında, Athos (Aynoroz) Dağı’ndaki Bulgar Zograf Manastırı, Bulgar tüccarların cömert bağışlarıyla desteklenmiştir (orada sadece birkaç Ortodoks ülkesinin manastırı mevcuttur).
Yüzyıllar süren yabancı yönetim boyunca, Ortodoks kurumları Bulgar ruhunun tek koruyucusu ve aynı zamanda ulusal davayı savunmak için dünyayla diyalog fırsatı olarak kalmıştır.
Bulgar Katolik din adamlarının da Bulgar dilini ve eğitimini sürdürmede yararları olmuştur. Petır Bogdan “Bulgaristan Tarihi” (1667) adlı eseriyle erken Bulgar uyanışının temellerini atmıştır. 1688 yılında Ciprovtsi Ayaklanması’nı da hazırlamıştır. Bulgar Katolik yazarlar arasında aydınlanmanın öne çıkan bir başka savunucusu ise ilk Bulgar matbu kitabı olan Abagar’ın (1651) yazarı Filip Stanislavov’dur.
Rönesans döneminde (18.-19. yüzyıllar), milli benlik duygusu uyanmış ve Bulgarlar, Avrupa tarihine tam katılımcı olma bilincini yeniden kazanmıştır. Uyanışın kuşkusuz en önemli temsilcisi, 1762 yılında Zograf Manastırı’nda “Slav Bulgar Tarihi” adlı olağanüstü eserini tamamlayan Paisiy Hilendarski’dir. Sadık takipçisi papaz Stoyko Vladislavov (Sofroniy Vraçanski) çalışmalarına devam etmiştir. Daha sonra Vratsa Piskoposu seçilen Sofroniy Vraçanski, Bulgaristan’ın kurtuluş davasına destek toplamak amacıyla 1804 yılında St. Petersburg’da ilk Bulgar diplomatik misyonunun uygulanmasına yardım etmiştir.
- yüzyılın 50’li ve 60’lı yıllarında, çabalar organize bir ulusal kurtuluş hareketine dönüşmüştür. Devrimci mücadelelerin başlangıcı, Georgi Stoykov Rakovski’nin (1821-1867) çalışmalarıyla ilişkilendirilmektedir. Önemli bir yazar ve yayıncı olan Rakovski, 1855’te “Bulgar Günlüğü” gazetesini çıkarmış ve 1857’de “Dağ Yolcusu” başlıklı devrimci şiirini yayınlamıştır. Rakovski, Odessa’da Bulgaristan’ın kurtuluşu için Birinci Planı’nı (1858) hazırlamıştır. Bu planda, tüm halkın katılması gereken genel bir Bulgar ayaklanmasına duyulan ihtiyaç konusundaki görüşlerini ortaya koymuştur. Kurtuluş hareketinin ilk uluslararası tribünü haline gelen ünlü gazetesi “Tuna Kuğusu” yine Odessa’da basılmaya başlanmıştır.
Diğer ateşli devrimciler de aktif faaliyetler yürütmüştür. Kurtuluş davasının en sağlam sütunları arasında Bükreş’te Bulgar Devrimci Merkez Komitesi’ni kuran yazar ve gazeteci Lyuben Karavelov (1834-1879); Özgürlük havarisi ve “saf ve kutsal bir cumhuriyetin kurucusu” olarak adlandırılan, Mysia, Trakya ve Makedonya bölgelerindeki komitelerden oluşan İç Devrim Teşkilatı’nın yaratıcısı Vasil Levski (1837-1873); eserleri parlak vatanseverlik ve fedakarlık hayalleriyle dolu dahi şair ve yayıncı Hristo Botev (1848-1876) öne çıkmıştır.
Konstantinopolis, Bulgar davasının diğer savunma merkezi olmuştur. Büyük Güçlerden diplomatların dikkatini çekmek de dahil olmak üzere on yıllık kilise mücadelesi 1870 yılında sonuç vermiştir. Osmanlı hükümeti, Bulgarların Patrikhane’den bağımsız bir kiliseye sahip olma hakkını resmen tanımıştır. Merkezi Konstantinopolis’te bulunan Bulgar Eksarhlığı’nın kurulması, bağımsızlıktan önceki dönemde Bulgar halkının en önemli başarısı olmuştur. 1872’de Vidin başpiskopusu I. Anthim ilk Bulgar eksarhı seçilmiştir.
20 Nisan 1876 tarihinde Osmanlı yönetiminden kurtulmak için geniş çaplı organize bir girişim olan Nisan Ayaklanması patlak vermiştir. Ayaklanma kanlı bir şekilde bastırılmıştır, ancak özgürlükleri ve bağımsızlıkları için savaşmaya hazır halkın uzlaşmazlığını gösteren Bulgar ulusal sorunu Avrupa ülkelerinin dikkatini çekmiştir. Dramatik olayların ani bir yankısı, Eksarhlığın inisiyatifiyle Bulgar halkının siyasi özerkliği için destek çekmek amacıyla İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Rusya ve Avusturya-Macaristan’da üst düzey devlet adamlarıyla toplantılar düzenleyen Dragan Tsankov ve Marko Balabanov’un diplomatik misyonu olmuştur.
1878’de Rus-Türk Savaşı (1877-1878) sonucunda Bulgar Devleti yeniden kurulmuştur. 3 Mart’ta imzalanan Ayastefanos Barış Antlaşması yeni devletin başlangıcı olmuş, ancak Bulgar sorunu, Büyük Güçler arasındaki Balkan Yarımadası üzerindeki nüfuz rekabetinde bir çıkar haline gelmiştir. Berlin Kongresi’nde (1878) alınan kararlar sonucunda, Bulgar halkının uzun zamandır hayalini kurduğu ulusal bağımsızlık yeni sınavlara tabi tutulmuştur. Bulgar toprakları bölünmüş, Bulgaristan Prensliği ilan edilmiştir. Prenslik, demokratik ve parlamenter ilkeleriyle etkileyici birkaç Avrupa anayasasından biri olarak kabul edilen “Tırnovo Anayasası” olarak adlandırılan anayasayı (16 Nisan 1879) kabul etmiştir. Knez I. Aleksandır devlet başkanı seçilmiştir. Doğu Rumeli, padişahın atadığı Hıristiyan bir vali ile özerk statüsünde, Trakya ve Makedonya ise Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinde kalmıştır.
Bulgaristan Prensliği’nin Doğu Rumeli ile birleşmesi (6 Eylül 1885), bazı Büyük Güçler’in sempatisini kazanmış, ancak Rusya ile diplomatik ilişkilerin kesilmesine yol açmıştır. Genç Bulgar devletinin, kötü niyetli planlara direnmesi, Sırp-Bulgar savaşında bütünlüğünü korumayı başarması ve Avrupa siyaset sahnesinde prestijini yükselten bir barışı sağlaması gerekmiştir.
1886 yılında Rusya’nın baskısıyla Knez I. Aleksandır, bir darbeden sonra tahttan çekilmiş ve Bulgaristan, sağlanan birliğin bozulması tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Monarşik kurumu güçlendirme görevi, Konstantin Stoilov’un diplomatik çabalarına ve Stefan Stambolov hükümetine düşmüştür. Hükümetin Berlin Antlaşması’nın şartlarına uyması ve Büyük Güçler’den destek alması gerekmiştir. Yönetimde uzun süren bir krizin ardından, Avrupa hanedanlarının akrabası olan (Saksonya-Coburg-Gotha prensinin oğlu) I. Ferdinand (1887) knez konumuna yükseltilmiştir. Başlangıçta, Rus emperyal mahkemesinin kategorik muhalefeti nedeniyle knezliği tanınmamıştır.
Bu karmaşık durumda, ülkenin bağımsızlığını kararlı bir şekilde savunan, kurumları ve iç planı güçlendirmek için kararlı önlemler alan Stefan Stambolov’un devlet adamlığı yeteneği ortaya çıkmıştır. Yerel sanayinin teşvik edilmesiyle de sağlanan Bulgaristan’ın ekonomik kalkınmasında önemli başarılar kaydedilmiştir.
İstanbul hükümetinin politikası Osmanlı Devleti ile ilişkilerde de etkin olmuştur. İstanbul’da bulunan Bulgar Eksarhlığı’nın Bulgaristan sınırları dışında kalan geniş topraklardaki Bulgar toplulukları için hak kazanmak adına dini ve eğitim faaliyetleri aracılığıyla ilişkilerin çizgisi izlenmektedir. Bu, dış politika departmanının “Dışişleri ve Din Bakanlığı” olarak adlandırıldığı Tırnovo Anayasası’ndan beri Bulgar diplomasisinin temel çizgisi olmuştur.
Konstantin Stoilov hükümeti bağımsızlığı savunma çizgisini sürdürmüş, Rusya ile ilişkileri geliştirmeyi başarmış, komşu ülkelerle ilişkileri ilerletmiştir. Bulgaristan’ın diplomatik temsilcilik ağının genişlemesinin ilk adımı da hayata geçirilmiştir. Hükümdarın tanınması ve 1908’de Bulgaristan’ın bağımsızlığının ilanı için diplomatik imkanlar hazırlanmıştır.
- Ferdinand, 22 Eylül 1908 tarihinde Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmiş ve Bulgar halkının çarı olmuştur. Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan ile birlikte Balkan Savaşı’na (1912) katılmıştır. Bulgar birlikleri parlak zaferler kazanmış, ancak sonraki Müttefikler Arası Savaş’ta (1913) ülke, Üçüncü Bulgar Devleti’nden Bulgarların yaşadığı bölgeleri alan yakın zamana kadar müttefikleri olan devletler tarafından mağlup edilmiştir.
Büyük Güçler arasında keskin bir muhalefetin olduğu, milliyetçi hareketlerin kızgınlığı ve intikam isteğinin kaynadığı bir durumda Bulgaristan, Birinci Dünya Savaşı’na İttifak Devletleri’nin yanında katılmış, ancak yine bir kayıp ve başka bir ulusal felaket yaşamıştır. 1918 yılında Çar Ferdinand tahttan çekilmiş, yerine oğlu III. Boris gelmiştir. 1919 Neuilly Barış Antlaşması Bulgaristan’a sert hükümler dayatmıştır. Antlaşma sonucunda Ege Denizi’ne olan sınırını kaybetmiş, Batı Trakya Yunanistan’ın bir parçası olmuş, Güney Dobruca Romanya’ya katılmış, Strumitsa (Ustrumca), Bosilegrad, Dimitrovgrad çevresi ve Kulsko köyleri Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’na verilmiştir.
1940’ların başında Bulgar Devleti, Almanya ve Mihver Devletler ile uyumlu bir politika izlemiştir. 1940 yılında Güney Dobruca’nın Bulgaristan’a iade edildiği bir Bulgar-Romen anlaşmasının (Krayova Antlaşması) imzalanması diplomatik bir başarı olmuştur. Hükümet, Moskova ile diplomatik ilişkileri sürdürmüş, savaş patlak verdiğinde Doğu Cephesi’ne asker göndermemiştir. Fakat Yahudi karşıtı yasalar çıkarılmış, hatta 11343 Yahudi, Bulgaristan yönetimindeki Makedonya ve Batı Trakya’dan sınır dışı edilmiştir. 1943 yılının endişeli baharında, Çar III. Boris kamuoyu baskısına boyun eğmiş ve yaklaşık 50000 Bulgar Yahudi’nin ölüm kamplarına sürülmesini iptal etmiştir. Bulgar diplomasisi, Holokost ile ilgili politikaların nasıl değiştiğini yakından izlemiş ve Bulgar diplomatlar, çoğu zaman resmi görevlerinin ve haklarının ötesine geçerek, birçok Yahudi için kurtarma vizesi verilmesine yardımcı olmuştur.
Ağustos 1943’te Çar III. Boris ölmüş ve genç Çar II. Simeon’un vekilliği ülkenin hükümeti olarak ilan edilmiştir. 5 Eylül 1944’te Kızıl Ordu Bulgaristan’a girmiş ve 9 Eylül’de Kimon Georgiev başkanlığında Anavatan Cephesi hükümeti kurulmuştur.
Bu andan sonra Bulgar ordusu, Nazi Almanya’sına karşı İkinci Dünya Savaşı’na girmiştir. Anti-faşist koalisyon tarafından savaşan bir statü verilmemesine rağmen, Paris Barış Anlaşmaları (1947) Bulgaristan için bir felaket olmamıştır.
1946’da Bulgaristan Halk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Çar II. Simeon, annesi ve kardeşi Maria-Louise ülkeyi terk etmiştir. Bulgar Komünist Partisi iktidara gelmiş, Anavatan Cephesi dışındaki siyasi partiler yasaklanmış, ekonomi ve bankalar kamulaştırılmış, ekilebilir araziler kooperatiflere dönüştürülmüştür.
Dış politika açısından, Bulgaristan, Sovyetler Birliği’nin himayesindeki Doğu Bloku’nun bir parçası olmasına rağmen, sürekli olarak çok taraflılığa bir bağlılık çizgisi geliştirmiştir. 1955 yılında Birleşmiş Milletler’e kabul edilmiştir (üç kez Güvenlik Konseyi’nin daimi olmayan üyesi seçilmiştir). Ertesi yıl, örgütün temel değerleri olan kültür, bilim ve eğitimin dünya barışı diyaloğu ve kalkınma araçları olarak rolünü kabul ederek UNESCO’ya üye olmuştur. Dünyanın her yerindeki ülkelerle diplomatik ilişkiler genişlemiş ve sömürge sisteminin çöküşü, Bulgaristan’ın yeni oluşturulan devletleri desteklemede önemli bir rol oynaması için bir fırsat olmuştur.
10 Kasım 1989, Bulgaristan’daki demokratik değişimlerin başlangıcı olmuştur. Yeni bir anayasa kabul edilmiştir (1991). Siyasi partiler yeniden kurulmuş, 1947’de el konulan mülkler iade edilmiş, özelleştirme ve arazi iadesi başlamıştır. 1990 yılında, Jelyu Jelev ülkenin demokratik olarak seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Aynı zamanda, Bulgaristan’ın dış politikasındaki ana öncelikler de Avrupa Birliği’nin selefi olan Avrupa Toplulukları’na ve NATO’ya üyelik olarak şekillenmiştir. Ülkenin üyelik kriterlerini karşılamada kaydettiği önemli ilerlemenin bir sonucu olarak, 10 Aralık 1999’da Bulgaristan, AB’ye katılım müzakerelerini başlatma daveti almıştır.
Bu, ülkenin uluslararası kabul görmüş yaptırımlara saygı duyarak ve bölgedeki yeni bağımsız devletleri destekleyerek dengeleyici bir rol oynadığı, Yugoslavya’nın dağılmasında şiddetli çatışmaların zamanıdır.
15 Şubat 2000 tarihinde Brüksel’de üyelik müzakereleri başlamıştır. 1 Aralık 2000’de Avrupa Birliği Adalet ve İçişleri Bakanları Konseyi Bulgaristan’ın olumsuz vize listesinden koşulsuz olarak çıkarılmasına karar vermiştir.
2004 yılında Bulgaristan, AB ve NATO’ya katılım süreçlerinin önemli bir unsuru olan ve aynı zamanda ülkenin aktif dış politika yöneliminin teyidi için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın dönem başkanlığını üstlenmiştir.
Bulgaristan Cumhuriyeti, Doğu Avrupa’dan diğer altı ülkeyle birlikte 29 Mart 2004 tarihinde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) katılmıştır. Bu, ortak güvenlik politikalarının oluşumuna eşit olarak katılma fırsatı bulan Bulgaristan’ın ulusal çıkarlarına ve hedeflerine tamamen uygundur. İttifak içinde Bulgaristan, küresel güvenliğe yönelik karmaşık sorunlarla başa çıkmanın etkili bir yolu olarak NATO’nun genişleme sürecini desteklemektedir.
12 ve 13 Aralık 2004 tarihlerinde Brüksel’de yapılan bir AB toplantısında, 25 ülkenin liderleri 1 Ocak 2007’de Bulgaristan’ı AB’ye kabul etme kararını onaylamıştır. Katılım anlaşması Nisan 2005’te imzalanmıştır. 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren, üyelik kriterlerini yerine getirdikten sonra Bulgaristan, Avrupa Birliği’ne tam üye olmuştur. Ülkenin katılımı, genel bir istikrara yol açmıştır ve Bulgar tarihinin en başarılı dönemlerinden birinin başlangıcına işaret etmektedir. Bulgar vatandaşlarının yaşam kalitesi üzerinde doğrudan etkisi olan bir dizi alanda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.
2018 yılında Bulgaristan, “Birlikten kuvvet doğar” sloganıyla ilk kez Avrupa Birliği Konseyi Dönem Başkanlığı’nı üstlenmiştir. Birliğe üyelik için ele geçirilen tarihi şansın itibar ve ekonomik faydalarını doğrulayan 284 etkinlik düzenlenmiş ve 35000 delege ülkedeki çeşitli forumlarda çalışmıştır. Dış politikada bölgesel güvenliğin garantörü olma çizgisinin teyidi olarak Bulgaristan, AB’nin Batı Balkanlar ve Türkiye Cumhuriyeti gibi bölgesel ortaklarla ilişkilerini geliştirmeyi ana önceliği olarak tanımlamıştır.